Bu Blogda Ara

12 Kasım 2016 Cumartesi

Trevanian - Şibumi s.114-118

Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Nicholai, -- Beni çağırdığınız için teşekkür ederim, hocam,-- dedi. Sözler ağızdan çıktığı anda da pişman oldu. Böyle resmî konuşmak istememişti. Ama duyduğu sevgi ve acıma hislerini başka türlü nasıl dengeleyebilirdi? Son üç gün boyunca Otake –san birer birer her çocuğuyla ve her öğrencisiyle görüşüyordu. En parlak öğrencisi Nicholai’yi en son çağırtmıştı. 
   Otake-san eliyle yanındaki yastığı işaret etti. Nicholai oraya diz çöktü. Öğretmenine yan dönmüştü. Tam doksan derecelik bir açıyla. Terbiye kurallarına uygun şekilde. Çünkü böyle olunca hocası onun yüz ifadesini rahatlıkla okuyabiliyor, o ise hocasını bakışlarının baskısına almaksızın rahat bırakmış oluyordu. 
   Birkaç dakika süren sessizlikten rahatsız olan Nicholai, ayrıntılardan söz etmeyi uygun buldu. --Dağların sisi bu mevsimde pek olağan değil, hocam,-- dedi. --Bazılarına göre sağlıksızmış da. Ama bahçeye yeni bir güzellik katıyor ve…--  
   Otake-san elini havaya kaldırıp başını hafifçe salladı. Bunlara vakit yoktu şimdi. --Ben oyunun geniş planı üzerinde konuşacağım Nikko. Yapacağım genellemeler arasıra özel durumlarla, oyunlarla ve koşullarla da ilgili olacak.-- 
   Nicholai başını salladı ve sessiz bekledi. Önemli konulara değinmek istediği zaman Go oyunu terminolojisiyle konuşmak hocanın âdetiydi. General Kişikava’nın bir zamanlar söylediği gibi, Otake-san’ın gözünde hayat, Go’nun basitleştirilmiş şeklinden ibaretti. 
   --Bu bir ders mi, hocam?--  
   -- Pek sayılmaz.--  
   -- Arıtıcı bir konuşma mı?-- 
   -- Sana öyle gözükebilir. Aslında bir eleştiri. Ama yalnız seni eleştirmiyorum. Uçucu ve tehlikeli bir karışımın eleştirisi ve… analizi. Konu  sen ve senin geleceğin. Önce çok parlak bir oyuncu olduğunu kabullenerek konuya girelim.-- Otake-san tekrar elini havaya kaldırdı. --Yo, nezaket kurallarına uyup itiraz etmeye kalkışma. Gerçi senin kadar zekice oynayanlar gördüm ama, asla senin yaşında kimseler arasında değil. Üstelik onların hiçbiri de artık hayatta değil. Ama başarılı bir kimsenin parlak zekâdan başka şeylere de ihtiyacı vardır. Bu yüzden seni gerçek dışı iltifatlara boğacak değilim. Senin oyununda insanı tedirgin eden bir şey var, Nikko. Soyut bir şey. İyilikle, anlayışla ilgisi olmayan bir katılık. Oyun tarzın organik değil. Yaşayan bir şey değil. Bir kristal kadar güzel ama, bir goncanın güzelliği yok onda.--  
   Nicholai’nin kulakları yanmaya başlamıştı. Fakat utancını ve öfkesini hiç açığa vurmadı. Eleştirmek, uyarmak, düzeltmek bir hocanın göreviydi. 
   --Oyununun mekanik ve kalıpçı olduğunu söylemek istemiyorum. Genellikle hiç de öyle değil. Ve onu öyle olmaktan kurtaran şey de senin o inanılmaz…-- 
   Otake-san derin bir soluk çekip içinde tuttu. Gözleri karşıdaki bahçeye görmeden bakıyordu. Nicholai’nin bakışları hâlâ yerdeydi. 
   Hocasının sancıyla mücadelesini seyredip onu utandırmak istemiyordu. Uzun saniyeler geçti, Otake-san soluğunu tutmayı sürdürdü. Sonunda sarsıldı, ciğerlerindeki havayı yavaş yavaş dışarıya bıraktı. Her an sancısını kontrol etmeye çalışıyordu. Derken kriz geçti. Hoca peşpeşe iki soluk aldı… şükreder gibi gözlerini kırpıştırdı ve devam etti. 
   --Oyununu mekanik ve kalıpçı olmaktan kurtaran şey senin o inanılmaz ataklığın… güvenin. Ama onda bile insanlık dışı bir taraf var. Sen oyunu yalnızca tahtadaki duruma karşı oynuyorsun. Karşındaki rakibinin önemini, hattâ varlığını bile reddediyorsun. Bana sen kendin söylemiştin. Mistik yolculuklarına çıkıp bulunduğun yerden uzaklaştığın zaman, dinlenir ve yeniden güç toplarken, rakibini düşünmeden oyun oynuyormuşsun. Bunda şeytanca bir şey var. Zalimcesine bir üstünlük. Küstahça. Senin şibumi amacına biraz ters. Bunu sana söyleyişim düzeltesin, değiştiresin diye değil, Nikko. Bu nitelikler senin kemiklerinin içindeki nitelikler. Onları değiştiremezsin. Mümkün olsa bile değiştirmeni ister miydim… ondan da emin değilim. Çünkü bunlar bir yandan senin kusurların sayılırken, bir yandan da o korkunç kuvvetini oluşturuyor.--  
   --Biz yalnızca Go oyunundan mı söz ediyoruz, hocam?-- 
   -- Go deyimleriyle konuşuyoruz.-- Otake-san elini kimonosunun altına daldırıp göğsüne bastırdı, ağzına yeni bir nane attı. --Bütün zekâna karşın, sevgili öğrencim, çabuk kırılabilecek, hassas tarafların var. Bir kere tecrübe eksikliğin var. Tecrübeli bir oyuncunun alışkanlık ve bellekle yapabileceği bir hamle için dikkat ve konsantrasyon harcıyorsun. Ama bu önemli bir zaaf değil. Olayları boşa harcamazsan tecrübe kazanabilirsin. Bazı el sanatçıları yirmi yıllık tecrübeleriyle övünürler. Oysa aslında bir yıllık tecrübeyi yirmi kere geçirmişlerdir. Sen bu hataya düşme. Senden büyüklerin tecrübe avantajına da kızma. Unutma ki onlar bu tecrübeyi kazanmak için karşılığını hayat keselerinden ödemişlerdir. Yeniden doldurulamayacak bir keseden.--  Otake-san hafifçe gülümsedi. --Sonra yaşlıların tecrübelerinden mutlaka yararlanmak isteyeceklerini de hatırından çıkarma. Ne de olsa ellerinde ondan başka bir şey kalmamıştır artık.-- 
   Bir süre Otake-san’ın gözleri bahçeye dalgın baktı. Bahçenin çizgileri sisin etkisiyle bulanıklaşıyor, kesinliğini kaybediyordu. Yaşlı adam bir çaba harcayarak zihnini ebedî şeylerden geri çekti, vermekte olduğu derse devam etti. -- Hayır, senin en büyük kusurun tecrübesizliğin değil. Kayıtsızlığın. Yenilgilerini senden daha zeki ve yetenekli olanların elinden tatmayacaksın. Seni yenenler, sabırlı, sinsi, orta düzeyde insanlar olacak.-- 
   Nicholai kaşlarını çattı. Kajikawa kıyılarında gezinirken Kişikava-san da kendisine buna benzer bir şey söylemişti. 
   --Senin orta düzeydeki kimselere karşı duyduğun aşağılayıcı nefret, onlardaki geniş, kapsamlı kuvveti görmene engel oluyor. Sen kendi parlaklığının orta yerinde dururken, gözlerin öylesine kamaşıyor ki, odanın kuytu, karanlık köşelerini göremiyorsun. Oralarda kalabalıkların, beyinsiz insan kalabalığının ne tehlikeler hazırladığını görecek şekilde gözlerini ayarlayamıyorsun. Ben sana bunları söylerken bile, sevgili öğrencim, sen kendinden yeteneksiz kişilerin, sayıları ne kadar çok olursa olsun, seni yenebileceklerine inanmakta güçlük çekiyorsun. Oysa biz artık orta düzeydeki insanların çağında yaşıyoruz. Orta düzeydeki insan sıkıcı, renksiz, aptal gibi görünür… fakat ölümsüz tekdüzeliğine devam eder… hiç bıkmaz. Amipler her zaman kaplanlardan çok yaşar. Çünkü durmadan bölünür, yenilenirler. O ölümsüz tekdüzelikleriyle. Kalabalıklar zorbaların en sonuncusu olacaktır. Gözlerini bir an için sanata çevir. Bak, Kabuki can çekişirken, No beri yanda sürünürken, şiddet romanları kalabalıkları nasıl peşinden sürüklüyor. Dikkat edersen hiçbir yazar romanına kahraman olarak gerçekten üstün bir insan tipi seçmeye cesaret edemiyor. Çünkü seçerse, kalabalığın içindeki orta düzeydeki insan öfkelenecek, utanacak, ve kendisini savunması için kendi yojimbo’sunu, yani eleştirmenleri ortaya sürecektir. Kalabalığın çıkardığı gürültü mantıksızdır ama, kulakları sağır edecek kadar güçlüdür. Beyinleri yoksa da, binlerce kolları vardır. Bunları seni yakalamak, çekmek, aşağıya indirmek ve batırmak için kullanırlar.-- 
   --Hâlâ Go’dan mı söz ediyoruz, hocam?-- 
   --Evet, Go’dan. Ve onun gölgesi olan hayattan.-- 
   --O halde bana ne yapmamı öğütlersin?-- 
   -- Onlarla temastan kaçın. Kendini bir terbiye örtüsünün altına sakla. Onlara aptal ve uzak görün. İçlerine girme. Ayrı yaşa ve şibumi’yi incele. Hepsinden önemlisi de, seni çeşitli yemler kullanarak öfkeye ve saldırıya itmelerine izin verme. Saklan, Nikko.-- 
   --General Kişikava da bana hemen hemen aynı şeyi söylemişti.-- 
   -- Bundan kuşkum yok. Burada kaldığı son gece senin konunu enine boyuna konuşmuştuk. Batılı buraya geldiği zaman sana karşı nasıl davranacağına ikimiz de karar veremedik. Sen sonradan bizim kültürümüze dönmüş birisin. Ve sonradan dönenlerin aşırı bağlılığı var sende. Bu senin kişiliğinde bir kusur. Ve sonradan dönenlerin aşırı bağlılığı var sende. Bu senin kişiliğinde bir kusur. Ve trajik kusurlar da eninde sonunda…-- Otake-san omuzlarını kaldırıp sustu. 
   Nicholai başını salladı, gözlerini indirdi. Hocasının odadan çıkmasına izin vermesini bekledi. 
   Bir sessizlik süresinden sonra Otake-san ağzına bir nane şekeri daha attı. --Seninle önemli bir sırrı paylaşabilir miyim. Nikko?-- dedi. --Bunca yıldır herkese nane şekerini karnımın ağrısını geçirdiği için aldığımı söylüyordum. Oysa aslında bunları sevdiğim için yiyorum, ama koskoca bir insanın herkesin ortasında şeker emmesi yakışıklı bir hareket olmuyor.-- 
   --Şibumi’ye mi uymuyor, efendim?-- 
   --Evet,öyle.-- Otake-san bir an hayale dalmış gibi göründü. --Evet, belki de haklısın. Belki dağ sisi gerçekten sağlıksız. Ama gene de bahçeye melankolik bir güzellik katıyor. Bu yüzden ona şükran duymamız gerek.--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder